Erzurum yazarları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erzurum yazarları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2017 Pazartesi

SOĞANLI DAĞLARINDA ŞEHİTLER YATAR

12 Ağustos 2017. Sabah saat 8. İstanbul’dan gelmiş bir misafir gurubuyla Allahu Ekber Şehitliklerinin yerlerini görmek için yola çıkıyoruz.
Hava sıcak mı, sıcak. Neyse arabalar klimalı. Suyumuz, ekmeğimiz yanımızda. Yol uzun . Pasinler, Horasan sonra Bardız güzergâhı.
Saatler ilerliyor. İşte 2400 rakımlı Çakırbaba geçidi. Yanında nazlı nazlı salınan Albayrak ve altında yatan Çakırbaba şehitleri.
Soğuk sulu çeşmeden su içip yaşananları anlatıp Bardız yaylası şehitliğine gidiyoruz. Aralık en soğuk ay, tipi, kar ve eksi 40 dereceler. Karşıda düşman pusu kurmuş.
Mehmetler açık alanda Ruslar mevzide vurmuş, vurulmuş ve toprağa düşmüşler. Ancak anıt 2008 yılında yapılabilmiş.
Bardız; Enver Paşanın karargâh kurduğu yer. Birlikler buradan ileri harekâta başlamışlar. Çok dik olan dağları aşıp Sarıkamış’a yürümüşler. Ruslar donanımlı. Kış şartlarına hazır. Mevzilenmişler.
Osmanlı ordusu bu harekâta aslında hazırlıksız. Kış zor. Fakat Mehmetler kahraman, yürüdükçe yürümüş, savaştıkça savaşmışlar.
Kafile soğanlı dağlarını aşıp patika yollardan giderken önümüze Kaynak Yaylası şehitleri için yapılmış Albayrağın dalgalandığı şehit kabri çıkıyor. Toplu defin edilmişler. Aynı yerde bundan üç toplu mezar var. Şehitler koyun koyuna yatıyor.
Dualar okuyup Soğanlı dağlarındaki sarı çamlar arasından geçerek en üst noktaya çıkıyoruz. Karşımızda Soğanlı Dağlarında donarak, savaşarak şehit düşen kahramanların kabirleri.
Bu dağlarda yazın yürümek zor. Kışın o kahramanlar nasıl savaşarak yürüdüler. Hayal etmek bile zor.
30 Aralık gece- gündüz kar, tipi ve düşman mermileri. Durduramıyor Mehmetleri. Yüzlercesi donuyor. Yüzlercesi kurşunlara hedef oluyor. Allah, Allah sesleri kesilmiyor, Soğanlı dağlarında….!
Derken Sarıkamış görünüyor. 3000 metre yükseklikteki tepelerden bu kahramanlar Ocak başında Sarıkamış’a iniyorlar. Evet sayıları yüzler düşmüş askerler Sarıkamış’ı Ruslardan alıyorlar.
Almasına alıyorlar ama şehri koruyacak ne sayıları yeterli, nede silah ve cephaneleri.
Ruslar toplanıyor ve tekrar Sarıkamış’ı geri alıyorlar.
5 Ocak 1915 Sarıkamış harekatı sona eriyor.
Dokuz, on ve on birinci kolorduların kaybı hala bilinmiyor. Havada sayılar uçuşuyor.
Gerçek olan bir şey var ki binlerce Mehmet şehit oluyor. Soğanlı dağlarında Allahu ekber dağlarında, Pasinler ovasında…
O kahramanlar şehit oldular, can verdiler ve vatanı vermediler. Bir kez daha rahmetle şükranla anıyorum. Kabirleri nur makamları cennet olsun.
Akşam ezanlarıyla Erzurum’a dönüyoruz. 500 kilometrelik yolu göz yaşları içinde geçirirken Rabbimden niyazım şudur ki, “ordularımızı, karada, denizde, havada her zaman ve her yerde mansur ve muzaffer eylesin”.

13 Ağustos 2017/Erzurum
Abdurrahman ZEYNAL

18 Ekim 2016 Salı

Çaresiz Kalıp Ölümüne Yürüdüm Zeynel Yazısı

Yıl 1973 Şubat. Hani şair şöyle demekte; Yılın ilk ayı ocak/ Kar yağar kucak kucak/ İkinci ay Şubattır/ Soğuğu pek berbattır, dedirten cinstendi. Evet kış olanca ağırlığıyla Doğuanadolu ve Erzurum yaylasına  çökmüş, tüm şiddetiyle devam ediyordu.
Kar Daphan ovasında yer yer bir metreyi aşmış,sıcaklık ise eksi 20-40 derce arasında seyrediyordu. Ağaçlar kardan adama dönmüş kaskatı kesilmiş, adeta kardan tümsekleri andırıyorlardı. Köy yolları ancak at kızaklarının izleri biçiminde yaya yoluna, şehirler arası yollarda kara yollarının açtığı, etrafın görünmediği, buz dağlarına dönüşmüştü. Okula gitmek için her gün Tazegül, Kandilli, Aşkale arasında gidip geliyordum. Askeri revo servisimizdi. İkinci yarı yılda Şubat soğuklarının zirve yaptığı bir gün okuldan bir kaç dakika geç çıkmamla Servisimi kaçırmam bir olmuştu.
O gün servis beni almadan gitmişti.
Cepte para olmadığı gibi, kalacağım yerde yoktu. Çaresizdim. Köye dönmeliydim ama nasıl? Derhal istasyona koştum. Treni sorduğumda gece saat 2 de geleceğini söylediler. Ayaklarımın bağının çözüldüğünü o an hissettim.
Aşkale tren istasyonu ile Tazegül köyü arası 20 kilometre idi. Bu yol nasıl yürünür? Şubatın ayazı bir tarafta, Karasu'yun sazağı öbür tarafta idi. Karnım aç, sırtımda palto yoktu. Ayaklarımda kara lastik, elimde meşin bir çanta vardı. Çare yok yola koyuldum. Küçükgeçit köyüne kadar gündüzdü. Zaten yolda tehlikesizdi. Tüm ümidim arkadan gelecek bir arabanın beni almasıydı. Ne yazık ki yol gittikçe uzuyor, hava soğuyor, artık gelen gidene ise hiç rastlamıyordum.
Küçükgeçit köyünü geçmiş, köşeyi dönmüş, Kayışkırana doğru yürüyordum. Yol artık karanlık olmaya başlamış, ayaz tüm şiddetiyle tabiata hükmetmeye başlamıştı. Ayaklarımda anamın dokuduğu yün çoraplar ile sırtıma dokuduğu yün kazaktan daha kuvvetli bir şey yoktu. İçimde bir korku belirmiş, tehlikeli yolda kurda kuşa yem olmak veya donarak ölmek aklımdan çıkaramadığım vakıaydı.
Korkuyordum. Kesik köprüdeki askeriyenin çöplüğünde köpekler havlıyor, uzaklardan kurt ulumaları geliyordu. İçimden ah bir Kandilli'ye varabilsem diye düşünüyorum, fakat yol uzadıkça uzuyordu. Artık çevrede ayaklarımın yere temas ederek çıkardığı seslerden başkasını duymuyordum. Saat 15'de yola çıkmış, akşam ezanları, yatsı ezanları çoktan okunmuştu. Dile kolay 20 kilometre gidecektim. Zaman nasıl geçmiş bilemiyorum birden Kandillinin ışıkları gözlerime ilişti.
Artık Kandilliye 2 kilometrelik mesafedeydim. İçimden Kandilliye gidecek, açık olan kahvelerden birinde ısınacak sonra kahvelerden çıkacak Tazegül'lülerle yola koyulacaktım. Ancak beklediğim olmamış, Kandilli sokaklarında in, cin top oynuyordu. Lambalar sönmüş, zaman epey ilerlemiş, olmalı ki herkes uykuya geçmişti. 16 kilometre yol yürümüş sevineceğim anda sevincim kursağımda kalmıştı.
Başka çare yok tekrar yola koyuldum. Bir taraftan Karasu'yun sazağı adamı felaket şekilde dondurabilir veya ıssız köy yolunda her an kurtlar yolumu kesebilirdi. Allaha sığınıp giderken Karasu köprüsünü geçmiş, yanığın yamacı tırmanmıştım.Eh köy yolunu yarılamıştım. Birden seslerin bana doğru yaklaştığını duymuş, kulağımı seslere doğru yönlendirmiştim.
Babam gelmediğimi görünce okul arkadaşlarıma sormuş, onlardan cevap alamayınca köylüler meşalelerle beni aramaya çıkmışlardı. İşte ilk kafileyi gördüm. Müthiş sevinmiş, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Donmamış, kurda kuşa yem olmamıştım. Yaşatan yaşatıyordu.
Neyse babamlarla karşılaşıp yanlarında getirdikleri çullara sarıp beni köye götürdüler. Soğuktan ve korkudan müthiş bir gün geçirmiş, ancak gece saat 22'de köye ulaşabilmiştim.
Köylüler evlerine dağılırken bizde anamın göz yaşları içinde eve girmiş, tezek yanan sobanın yanına oturmuştum.
Dilim dönmüyor konuşamıyordum. Yemek yiyip yemediğimi hatırlamıyorum. Tüm yorgunluğumla kendimden geçmiş derin bir uykuya dalmıştım.

Abdurrahman ZEYNEL

17 Aralık 2015 Perşembe

ÖZLEM DUYMAKTAYIM - Zeynal Yazısı

Özlem duymaktayım,

Diyeceksiniz ki neye,
Çocukluğuma, saflığa, ümide duymaktayım,
Annem ve  babam sağ olsalardı  onlara sırtımı yaslanmak için,
Köyüme, mahalleme, dedelerime, ninelerime özlem duymaktayım,
Şehrime , ülkeme ve ülkemin insanlarının bir ve  beraber olmalarına özlem duymaktayım...

Özlem duymaktayım...
Ülkeyi yönetenlerin adalet dağıtmalarına,
Ülke kaynaklarını  kullanılıp, üretip adil dağıtmalarına,
Sabah evden çıkan insanların akşam evlerine kazandıkları helal parayla yiyecek götürmelerine,
Türkiye'nin bölgesinde  komşularıyla barışık, sorunsuz , kavgasız olmasına...


Özlem duymaktayım...
Okula giden öğretmenin  ilim ve irfan öğretmesine,
Günahsız olarak okula gönderilen kız ve erkek çocukların beyinlerinde sadece öğrenme aşkı,  vatan ve millet sevdası bulunmasına,
Laboratuarlar  da sabahlayan bilim adamlarımızın olmasına,
Okulların, camilerin ve kışlaların siyasetten uzak tutulmasına,
İşin ehline verilmesine, adamların kayrılmamasına, kazançların helal olmasına,

Özlem duymaktayım...
Türkiye'nin bir barış adası olmasına,
Fabrikalarında dünyanın en teknolojik ürünlerin üretilmesine,
Bilim insanlarının dünyanın her tarafında saygın olmalarına,
Yönetenlerin dünyada saygı görmesine, bölgesinde sözü dinlenir olmasına,
Ülkemin  kadir, sözü dinlenir, insanların imrendiği bir ülke olmasına,
O kadar hasretim ki...
Diyeceksiniz ki niye?

Bennam işte ele...

Çünkü bunlara özlem duymaktayım da ondan..


Abdurrahman ZEYNAL

Yazarımıza ait diğer yazıları için Lütfen tıklayınız

27 Mart 2015 Cuma

Erzurum Eski Evlerimiz

İnsanların içerisinde eskiye özlem hep vardır. Bu özlemleri her zaman dile getirirler. Her yeni şey karşısında mutlaka bir kıyaslama yaparak, eskiyle birlikte anmayı severler. Eskiden biz bunu böyle yapardık veya böyle yapılırdı gibi sözleri çevremizden çok işitmişizdir. Bizim eski evlerimiz vardı, Erzurum tabiriyle “Baba Evleri” dediğimiz, biz yaştaki insanların çocukluklarını geçirdikleri, sünnet oldukları, gurbete gittikleri, okumaya il dışına çıktıkları ve belki de evlendikleri evler…
Şimdilerde o evler yıkılmış bir vaziyetteler. Geçen sene yanlarına kadar gitme cesaretinde bulunamadığımdan dolayı, uzaktan da olsa seyrettim. Kızımla birlikte eski hatıralara daldım ve kızıma bir çırpıda olanca çocukluğumu anlattım. Şurada bilye oynardık, şu yoldan okula gittik, şurası saklambaç oynadığımız cadde, şu caddeden tren yolunu geçip, çarşıya ulaşırdık… Şu bakkaldan ekmeklerimizi alırdık, şuradaki köprüden balık tutardık….Çocukluğumun geçtiği evlere yıkık dökük olduğu için, yine bir Erzurum deyimiyle “için ezildiği için” yanlarına kadar gidemedim…
Eski evler hep böyle insanlar üzerinde birer etki bırakıyor. Bazen Erzurum’da ara sokaklara bakıyorum, bir takım henüz yıkılmamış evler gözüme çarpıyor. Ne mutlu diyorum bunlarda çocukluğunu geçirmiş olan insanlara ki, buralara gelip, buraları görebiliyorlar ve çocukluk hatıralarını yaşayabiliyorlar. Birde belediyelerimizin meşhur “Kentsel Dönüşüm Hizmetleri” adı altında yaptıkları olayların geçtiği bir çok mahallede yaşanan o eski evlerin yıkılması beni gerçekten üzüyor.

Tamam, çağdaşlaşmanın birinci ana maddesi güzel bir çevre, güzel bir kent görünüşü elde etmek ama, bunları diyorum koca koca apartmanları dikmeden de, yapamazlar mı ?
O evlerdeki yaşanan hatıraları silmeden yapamazlar mı?
O evlerdeki yaşanmışlıkları bir çırpıda kaldırıp atmadan yapamazlar mı ?
O evlerdeki çocukluk hatıralarını bir kalemde silmeden yapamazlar mı ?
Gibi soruları çoğaltarak devam ettirebiliriz…

Birde şu gerçek var ki; bu kent ve yaşadığımız diğer kentler bize hayatımızı devam ettirmemiz için şart. Eski yapılaşmanın bulunduğu eski kentlerde olan çarpık yapılaşma düzeni her geçen sene daha bir ortaya çıkıyor, daha bir belirgin hale geliyor. Eski elektrik direklerinden tutunda, kırık dökük binaların çevre görüntüsüne varana kadar bir çok engelle karşılaşmalar ve dar sokaklardan geçemeyen insanlar için gerçekten zorluklar ve zorluklar. Bir yangın olur, itfaiye araçları dar sokaklara giremez, bir hastanız olur, ambulans dar sokaklara giremez, çocuklar artık çok eski binalarda yıkılmak üzere olan yapıların altında kalabilirler….
Bu türden örnekleri çoğalttıkça çoğaltabiliriz.
İnsanlar, sanıyorum yaşlandıkça duygusallaşıyorlar. Bizimkisi de öyle bir duygu olsa gerek. Yoksa yenileşmeye kesinlikle karşı değiliz. Mutlaka yenileşme olacaktır, mutlaka şehirler yeniden ve güzel bir mimari ile şekillenecektir. Böyle olması iyi olur kanaatiyle güzel günler diler, maziyle ilginizi kesmemenizi temenni ederiz…

Ahmet POLAT
Erzurum 2011

25 Ocak 2015 Pazar

Karaköse Mahallesi – 3 - Erzurum Yazıları

Morgof veya Morgov Kışlası

Ne zaman yapıldığı kesin bilinmeyen, Mumcu Caddesiyle Cumhuriyet caddesinin kesiştiği bölümde Yakutiye Medresesinin Güney-batı tarafında bulunan bir Osmanlı kışlası idi. Abaza isyanından sonra yapılmış zamanla yıkılmış bir saray olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ancak Yusuf Ziya Paşanın döneminde yaptırıldığı askeri bir kışla idi. Bina Morgov veya Morkof olarak isimlendiriliyordu. Gerek Abdurrahim Şerif Beygu, Gerekse İbrahim Hakkı Konyalı kışlanın içinde Osmanlı – Rus savaşında bir Rus komutan oturduğu için bu adı aldı demesine karşılık Doç. Dr. Murat Küçükuğurlu’nun yaptığı incelemeye göre Bina Morgov Hanın sarayı idi ve adını oradan almakta idi. Kışlanın içinde askerlerin kaldığı yatakhaneler, atların bağlandığı ahırlar ve samanlıklar bulunmakta idi. Birinci Dünya savaşında bir ara hastane olarak kullanılmış, o acılı yıllara tanıklık etmiş bir Osmanlı eseri idi.

Cumhuriyet döneminde yine askeri amaçla kullanılmakta iken özellikle 1965 yılından sonra Kışlanın Belediyeye devredilmesi için çok çalışılmış, bir ara Astsubay Ordu evi olarak da kullanılmıştı. Bizim kuşaklar azda olsa bahçede oturup çay içmiş, Cumhuriyet caddesini seyretmişliğimiz vardı. Ancak kışla Yakutiye medresesini gölgeliyor diye devrin yöneticileri askeri binaların şehir dışına çıkarılmasını savunuyorlardı. 1975’lerde dönemin Belediye Başkanı Orhan Şerifsoy yürüttüğü görüşmeler sonucu binayı askeriyeden alıp sivilleştiriyordu. Ancak bina artık eskimiş sanat yönünden bir değeri yoktu ama tarihi bir binaydı. O dönem kışlanın adının Morkof olması yükselen milliyetçi söylemlere tersti. Bir Rus komutanının karargahı ortada durmamalıydı ve yıkılmalıydı görüşü şehirde ağır basmış ancak “Anıtlar Kurulu” Prof. Dr. Fahrettin Kırzioğlu hocanın girişimiyle tarihi eser olarak tescil edilmiş böylece yıkılmasının önüne geçilmişti.

Bunun üzerine Erzurum gençleri binanın yıkımı için imza kampanyası başlatmış 50.000’den fazla imza toplanmıştı. 1977 yılında yapılan seçimi Nihat Kitapçı kazanmış oda yıkılması yönünde çaba sarf etmişti. Ancak kanunda yıkımı engelliyordu. 24 Temmuz 1978 yılında bir gece kimliği belli olmayan birileri binanın içine bombalar atmış sonuçta binada ciddi hasarlar oluşmuştu. Ancak hala yıkım izni çıkmamıştı. Bina ancak 1979 yılının son aylarında tamamen çökmüş ve yıkılarak enkazı taşınmıştı. Bir Osmanlı eseri olan Morgov kışlası halkın yanlış bilgilendirilerek güya bu muhteşem yapı Rus Komutan yaptırdığı şayiası çıkarılarak yine 1979 yılında yerle bir edilmiş böylece bir tarih yok edilmişti.

Yakutiye Medresesinin Güney – Doğu tarafında Cumhuriyetin başlarında yaptırılan 2 katlı taş binada ne yazık ki 1980 öncesi aynı akıbete uğramaktan kendini almamıştı. Bu bina uzun yıllar İl özel idaresi binası olarak, zemin katı ve bodrum katı toplum polisliği tarafından kullanılmış güzel bir binaydı. Eh ne yazık ki bu eserde yok edilenler kervanına katılmıştı.

Ali Ağa Medresesi:

Ali Ağa tarafından Lala Paşa Camii yakınlarında yaptırılan ahşap medrese uzun yıllar talebelere mekan olmuştu. Ali Ağa Kasım Paşa mahallesinde oturmuş olup aslen Ilıcaya bağlı Tosik köyündendi. Müftüzade Abdullah Edip Efendi uzun yıllar medresenin müderrisliğini yaptı. 1926 yılında vefat etti. Cumhuriyetle başlayan yeni imar çalışmaları, vakıfların kapatılması sonucu bina bakımsız kalmış yıkılarak yok olan medreselere katılmıştı.


Abdurrahman ZEYNAL

27 Kasım 2014 Perşembe

TARİHİ ŞEHİR ERZURUM

Milattan sonra 400’lerde kurulan ve iç kale çevresinde zamanla inkişaf eden Roma, Bizans, Pers, Arap, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı dönemleriyle devam eden Cumhuriyet Türkiye’siyle kucaklaşan Erzurum bu geçmişiyle tarihi en eski şehirlerden biridir. İtalya’ya giderseniz iki bin yıllık eserler, Venediğe giderseniz el vurulması yasaklanan binalar, Hint kıtasına uğradığınızda anıtsal mabetler İstanbul’a giderseniz 2000 yıllık tarihi görebilirsiniz. İpek yolu çevresinde oluşan medeniyetlerin izlerini, Irakta yıkılan Babil’in asma bahçelerini Mısır’da Piramitleri doyasıya seyredebilirsiniz. Tarih bir milletin, bir coğrafyanın ve bir şehrin görünen en güzel aynasıdır. Dün ne olduğunu, bugün nelerin kaldığını anlamanıza yardım eder. Orhun abideleri, balballar, Çin Seddi bu gerçekliği bize öğretir, hatırlatır, hafızamıza nakşeder. Meselelere bu açıdan bakarsak doğru karar alma şansımız artar. Aksi halde önü alınamayacak yanlışlara sebebiyet vermiş oluruz.
Biz konuya bu açıdan bakacağız.
İstanbul’da ki Mahmut Paşa Kapalı Çarşı, Tebriz’deki, Halep’teki, Erdebil’deki kapalı çarşıların varlığı bu şehirler için ne kadar güzel ise, Erzurumda kaybolan, yıkılan veya yakılan başta Sipahiler kapalı çarşısı gibi dört çarşımız günümüze gelseydi fena mı olurdu? Evliya çelebinin kaydettiğine göre 72 hanı olan Erzurum bunlardan 20-30 tanesini günümüze taşısaydı fena mı olurdu? Selçuklu Hamamları, Darüşşifa binası hiç olmazsa kalıntılarıyla muhafaza edilebilseydi daha güzel olmazmıydı?
Cumhuriyet Caddesi çevresinde bulunan 1850’lerde yapılmış ve Birinci Dünya Savaşında Hastane olarak kullanılan Tarihi Morgov kışlası, Lala Paşa Camisinin batısında bulunan Lala Paşa Mektebinin kalıntıları kalsaydı fenamı olurdu?
1911 Yılında dönemin Valisi Semih Paşa tarafından yıktırılan Yakutiye Medresesinin iki katı büyüklüğündeki tarihi Sultaniye Medresesi günümüze gelseydi nasıl olurdu dersiniz?
SGK binasının yerinde o güzelim belediye binası, 1.Vakıf İşhanı’nın yerinde iki katlı tarihi Ayaz Paşa hamamı, karşısında Abdulvahid Paşanın konağı, az ileride Caferiye Medresesi günümüze ulaşsaydı Erzurum daha güzel tarihsel kimliğini korumuş olmazmıydı? Narmanlı Cami çevresinde Narmanlı Medreseleri, Dere Mahallesinde Tarihi Palandöken İlkokulunun o muhteşem taş binası, Yoncalık Mahallesindeki Tarihi Yoncalık kışlası dursaydı Erzurum ne kaybederdi?
Orijinalliği kaybolmuş Taş Mağazaların o kesme taştan yapılmış binası, karşısında İttihat ve Terakki hanı korunsaydı bu bölge değer mi yitirirdi? Tahtacılara çıkarken solda Ezirmikli konağı, sağında Mürsel Paşa konağı 1918’lerin izlerini korurken ki halleriyle günümüze taşısaydık, yıkıp yerlerine binaları dikmeseydik Ermeni mezalimini daha rahat anlatamazmıydık…?
Şehrin muhtelif yerlerinde dağılmış 11 kâgir köprüyü saklayabilseydik, Kongre Caddesindeki Hanları hele Abdurrahman Ağa Hanını korusaydık ne kaybederdik? Boğazdan başlayıp Köşk, Dere Mahallesi, Çaykara deresi, Gez Mahallesi ve Orman Bölge Müdürlüğüne kadar uzanan kırk değirmenlerin bir kısmını müzeleştirseydik güzel olmazmıydı?
Tarihi Rüştiye Binasını, Doğum Evi binasını, Tarihi 36 mezarlığımızdan bir kısmını saklasaydık günah mı olurdu?
Değerli okuyucu bunlardan bir demeti sizlerle paylaştım. Keşke yıkılan dış kale surları günümüze kadar gelseydi ne kadar değerli olacağını tahmin edebilirmisiniz? Bunları ifade ederek yazımı sonlandırıyorum. Elbette bunlar bir demet. Araştırılınca nelerin çıkacağını sizler bulabilirsiniz.
İşte bunların olduğu Erzurum daha tarihi şehir hüviyeti kazanamazmıydı?
Bir şehir; yıkmakla değil tarihi eserlerini koruyarak tarihi şehir olur. Bu durum Erzurum içinde geçerlidir.

Abdurrahman ZEYNAL

Değerli yazarımızın diğer yazıları için tıklayınız