Erzurum yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erzurum yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2018 Pazartesi

Erzurum haberleri kent haber

Erzurum haberleri, kent haberleri ve ilçe haberlerini sitemizden takip edebilirsiniz. Özgün haberlere yer veren sitemiz, Erzurum iline ait her türlü kent haberlerini yapmaktadır.

Kurulduğu yıldan beri sürekli olarak güncellenen bir Erzurum Haber Kültür Eğitim ve tanıtım sitesi olan sitemiz, her gün yeni ve özgün kent haberleri ile, özgün ilçe haberleri ile ve resimlerle desteklenmektedir.

Hemşehrilerimizin ve takipçilerimizin önerileri doğrultusunda sitemiz kent ve Erzurum haberlerine  büyük önem vermektedir. Yapılan haberler özgün haberler olup, kentimize ait etkinliklere resimler eşliğinde yer verilmektedir.
Siz sayın Erzurumlu Hemşehrilemizinden gelen önerileri ve uyarıları göz önünde bulundurmaktayız. Sitemize göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz.

Aziziyeden.com Yönetim

14 Ağustos 2017 Pazartesi

SOĞANLI DAĞLARINDA ŞEHİTLER YATAR

12 Ağustos 2017. Sabah saat 8. İstanbul’dan gelmiş bir misafir gurubuyla Allahu Ekber Şehitliklerinin yerlerini görmek için yola çıkıyoruz.
Hava sıcak mı, sıcak. Neyse arabalar klimalı. Suyumuz, ekmeğimiz yanımızda. Yol uzun . Pasinler, Horasan sonra Bardız güzergâhı.
Saatler ilerliyor. İşte 2400 rakımlı Çakırbaba geçidi. Yanında nazlı nazlı salınan Albayrak ve altında yatan Çakırbaba şehitleri.
Soğuk sulu çeşmeden su içip yaşananları anlatıp Bardız yaylası şehitliğine gidiyoruz. Aralık en soğuk ay, tipi, kar ve eksi 40 dereceler. Karşıda düşman pusu kurmuş.
Mehmetler açık alanda Ruslar mevzide vurmuş, vurulmuş ve toprağa düşmüşler. Ancak anıt 2008 yılında yapılabilmiş.
Bardız; Enver Paşanın karargâh kurduğu yer. Birlikler buradan ileri harekâta başlamışlar. Çok dik olan dağları aşıp Sarıkamış’a yürümüşler. Ruslar donanımlı. Kış şartlarına hazır. Mevzilenmişler.
Osmanlı ordusu bu harekâta aslında hazırlıksız. Kış zor. Fakat Mehmetler kahraman, yürüdükçe yürümüş, savaştıkça savaşmışlar.
Kafile soğanlı dağlarını aşıp patika yollardan giderken önümüze Kaynak Yaylası şehitleri için yapılmış Albayrağın dalgalandığı şehit kabri çıkıyor. Toplu defin edilmişler. Aynı yerde bundan üç toplu mezar var. Şehitler koyun koyuna yatıyor.
Dualar okuyup Soğanlı dağlarındaki sarı çamlar arasından geçerek en üst noktaya çıkıyoruz. Karşımızda Soğanlı Dağlarında donarak, savaşarak şehit düşen kahramanların kabirleri.
Bu dağlarda yazın yürümek zor. Kışın o kahramanlar nasıl savaşarak yürüdüler. Hayal etmek bile zor.
30 Aralık gece- gündüz kar, tipi ve düşman mermileri. Durduramıyor Mehmetleri. Yüzlercesi donuyor. Yüzlercesi kurşunlara hedef oluyor. Allah, Allah sesleri kesilmiyor, Soğanlı dağlarında….!
Derken Sarıkamış görünüyor. 3000 metre yükseklikteki tepelerden bu kahramanlar Ocak başında Sarıkamış’a iniyorlar. Evet sayıları yüzler düşmüş askerler Sarıkamış’ı Ruslardan alıyorlar.
Almasına alıyorlar ama şehri koruyacak ne sayıları yeterli, nede silah ve cephaneleri.
Ruslar toplanıyor ve tekrar Sarıkamış’ı geri alıyorlar.
5 Ocak 1915 Sarıkamış harekatı sona eriyor.
Dokuz, on ve on birinci kolorduların kaybı hala bilinmiyor. Havada sayılar uçuşuyor.
Gerçek olan bir şey var ki binlerce Mehmet şehit oluyor. Soğanlı dağlarında Allahu ekber dağlarında, Pasinler ovasında…
O kahramanlar şehit oldular, can verdiler ve vatanı vermediler. Bir kez daha rahmetle şükranla anıyorum. Kabirleri nur makamları cennet olsun.
Akşam ezanlarıyla Erzurum’a dönüyoruz. 500 kilometrelik yolu göz yaşları içinde geçirirken Rabbimden niyazım şudur ki, “ordularımızı, karada, denizde, havada her zaman ve her yerde mansur ve muzaffer eylesin”.

13 Ağustos 2017/Erzurum
Abdurrahman ZEYNAL

18 Ekim 2016 Salı

Çaresiz Kalıp Ölümüne Yürüdüm Zeynel Yazısı

Yıl 1973 Şubat. Hani şair şöyle demekte; Yılın ilk ayı ocak/ Kar yağar kucak kucak/ İkinci ay Şubattır/ Soğuğu pek berbattır, dedirten cinstendi. Evet kış olanca ağırlığıyla Doğuanadolu ve Erzurum yaylasına  çökmüş, tüm şiddetiyle devam ediyordu.
Kar Daphan ovasında yer yer bir metreyi aşmış,sıcaklık ise eksi 20-40 derce arasında seyrediyordu. Ağaçlar kardan adama dönmüş kaskatı kesilmiş, adeta kardan tümsekleri andırıyorlardı. Köy yolları ancak at kızaklarının izleri biçiminde yaya yoluna, şehirler arası yollarda kara yollarının açtığı, etrafın görünmediği, buz dağlarına dönüşmüştü. Okula gitmek için her gün Tazegül, Kandilli, Aşkale arasında gidip geliyordum. Askeri revo servisimizdi. İkinci yarı yılda Şubat soğuklarının zirve yaptığı bir gün okuldan bir kaç dakika geç çıkmamla Servisimi kaçırmam bir olmuştu.
O gün servis beni almadan gitmişti.
Cepte para olmadığı gibi, kalacağım yerde yoktu. Çaresizdim. Köye dönmeliydim ama nasıl? Derhal istasyona koştum. Treni sorduğumda gece saat 2 de geleceğini söylediler. Ayaklarımın bağının çözüldüğünü o an hissettim.
Aşkale tren istasyonu ile Tazegül köyü arası 20 kilometre idi. Bu yol nasıl yürünür? Şubatın ayazı bir tarafta, Karasu'yun sazağı öbür tarafta idi. Karnım aç, sırtımda palto yoktu. Ayaklarımda kara lastik, elimde meşin bir çanta vardı. Çare yok yola koyuldum. Küçükgeçit köyüne kadar gündüzdü. Zaten yolda tehlikesizdi. Tüm ümidim arkadan gelecek bir arabanın beni almasıydı. Ne yazık ki yol gittikçe uzuyor, hava soğuyor, artık gelen gidene ise hiç rastlamıyordum.
Küçükgeçit köyünü geçmiş, köşeyi dönmüş, Kayışkırana doğru yürüyordum. Yol artık karanlık olmaya başlamış, ayaz tüm şiddetiyle tabiata hükmetmeye başlamıştı. Ayaklarımda anamın dokuduğu yün çoraplar ile sırtıma dokuduğu yün kazaktan daha kuvvetli bir şey yoktu. İçimde bir korku belirmiş, tehlikeli yolda kurda kuşa yem olmak veya donarak ölmek aklımdan çıkaramadığım vakıaydı.
Korkuyordum. Kesik köprüdeki askeriyenin çöplüğünde köpekler havlıyor, uzaklardan kurt ulumaları geliyordu. İçimden ah bir Kandilli'ye varabilsem diye düşünüyorum, fakat yol uzadıkça uzuyordu. Artık çevrede ayaklarımın yere temas ederek çıkardığı seslerden başkasını duymuyordum. Saat 15'de yola çıkmış, akşam ezanları, yatsı ezanları çoktan okunmuştu. Dile kolay 20 kilometre gidecektim. Zaman nasıl geçmiş bilemiyorum birden Kandillinin ışıkları gözlerime ilişti.
Artık Kandilliye 2 kilometrelik mesafedeydim. İçimden Kandilliye gidecek, açık olan kahvelerden birinde ısınacak sonra kahvelerden çıkacak Tazegül'lülerle yola koyulacaktım. Ancak beklediğim olmamış, Kandilli sokaklarında in, cin top oynuyordu. Lambalar sönmüş, zaman epey ilerlemiş, olmalı ki herkes uykuya geçmişti. 16 kilometre yol yürümüş sevineceğim anda sevincim kursağımda kalmıştı.
Başka çare yok tekrar yola koyuldum. Bir taraftan Karasu'yun sazağı adamı felaket şekilde dondurabilir veya ıssız köy yolunda her an kurtlar yolumu kesebilirdi. Allaha sığınıp giderken Karasu köprüsünü geçmiş, yanığın yamacı tırmanmıştım.Eh köy yolunu yarılamıştım. Birden seslerin bana doğru yaklaştığını duymuş, kulağımı seslere doğru yönlendirmiştim.
Babam gelmediğimi görünce okul arkadaşlarıma sormuş, onlardan cevap alamayınca köylüler meşalelerle beni aramaya çıkmışlardı. İşte ilk kafileyi gördüm. Müthiş sevinmiş, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Donmamış, kurda kuşa yem olmamıştım. Yaşatan yaşatıyordu.
Neyse babamlarla karşılaşıp yanlarında getirdikleri çullara sarıp beni köye götürdüler. Soğuktan ve korkudan müthiş bir gün geçirmiş, ancak gece saat 22'de köye ulaşabilmiştim.
Köylüler evlerine dağılırken bizde anamın göz yaşları içinde eve girmiş, tezek yanan sobanın yanına oturmuştum.
Dilim dönmüyor konuşamıyordum. Yemek yiyip yemediğimi hatırlamıyorum. Tüm yorgunluğumla kendimden geçmiş derin bir uykuya dalmıştım.

Abdurrahman ZEYNEL

17 Aralık 2015 Perşembe

ÖZLEM DUYMAKTAYIM - Zeynal Yazısı

Özlem duymaktayım,

Diyeceksiniz ki neye,
Çocukluğuma, saflığa, ümide duymaktayım,
Annem ve  babam sağ olsalardı  onlara sırtımı yaslanmak için,
Köyüme, mahalleme, dedelerime, ninelerime özlem duymaktayım,
Şehrime , ülkeme ve ülkemin insanlarının bir ve  beraber olmalarına özlem duymaktayım...

Özlem duymaktayım...
Ülkeyi yönetenlerin adalet dağıtmalarına,
Ülke kaynaklarını  kullanılıp, üretip adil dağıtmalarına,
Sabah evden çıkan insanların akşam evlerine kazandıkları helal parayla yiyecek götürmelerine,
Türkiye'nin bölgesinde  komşularıyla barışık, sorunsuz , kavgasız olmasına...


Özlem duymaktayım...
Okula giden öğretmenin  ilim ve irfan öğretmesine,
Günahsız olarak okula gönderilen kız ve erkek çocukların beyinlerinde sadece öğrenme aşkı,  vatan ve millet sevdası bulunmasına,
Laboratuarlar  da sabahlayan bilim adamlarımızın olmasına,
Okulların, camilerin ve kışlaların siyasetten uzak tutulmasına,
İşin ehline verilmesine, adamların kayrılmamasına, kazançların helal olmasına,

Özlem duymaktayım...
Türkiye'nin bir barış adası olmasına,
Fabrikalarında dünyanın en teknolojik ürünlerin üretilmesine,
Bilim insanlarının dünyanın her tarafında saygın olmalarına,
Yönetenlerin dünyada saygı görmesine, bölgesinde sözü dinlenir olmasına,
Ülkemin  kadir, sözü dinlenir, insanların imrendiği bir ülke olmasına,
O kadar hasretim ki...
Diyeceksiniz ki niye?

Bennam işte ele...

Çünkü bunlara özlem duymaktayım da ondan..


Abdurrahman ZEYNAL

Yazarımıza ait diğer yazıları için Lütfen tıklayınız

21 Ekim 2015 Çarşamba

Saltuklu, Selçuklu, Osmanlı Ve Erzurum - Abdurrahman Zeynal Yazıları

Sonbaharın etkilerinin belirginleştiği güzel bir gün Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan Beyi ziyarete gittim. Kenan Bey “Hocam Narmanlı Caminin Hazirelerini düzenleyeceğiz, bir görsen sonra bir konuşsak dediğinde “ olur dedim ve Taşmağazalar’dan Tebriz Kapısına yürüyerek soluğu Narmanlı Camisinde aldım.
Restorasyonu devam eden cami 1720’lerde yaptırılmış müştemilatında olan medreseler 1930’ların sonunda çevre düzenlenmesi yapılırken yıkılmış geriye cami ve haziresi kalmıştı. Hazirede dönemin önemli müderrisleri ve caminin banilerinin mezarları vardı. Ayrıca 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Doğubayezıd, Eleşkirt, Erzurum Hattını savunan Şeyh Şamilin torunlarından Olan Musa Paşanın kabri vardı. Bunları gördükten sonra “Leblebici yokuşuna” doğru yürüdüm.

Yolun sağında Gullebi Akif Ağanın Osmanlıdan günümüze gelebilen nadir konaklardan biri bütün ihtişamıyla duruyordu.
Akif Ağanın Konağının batısında Emir Şeyh Türbesi ve Emirşeyh Camisi Restore edilmiş etrafları açılmış güzel bir görünüm kazandırmıştı Tebriz kapısına.
Emirşeyhin karşısında Selçuklu Kümbet geleneğinin eşsiz eserlerinden “Mehdi Abbas Kümbeti” tarihe meydan okurken çevresinde ki medreseden eser kalmamıştı.
Kümbetin Güneyinde Erzurumluların özellikle evlenecek oğullarına kız beğenmek için gittiği kadınlar hamamı olarak hizmet veren “Saray Hamamı” bütün güzelliğiyle tarihin derinlerinden günümüze “anneler gelin oğullarınıza isteyeceğiniz kızlar burada” dercesine insanı masalımsı dünyasına çekiyordu.

Gavurboğan Mahallesinin süsü olan Taş Cami restore edilen bir diğer tarihi camimizdi. Kenan Bey burayı da görmemi istemişti. Henüz inşaatı devam eden cami şimdiden beni etkilemiş birden 1856 yılındaki Rusların mahalleye gece baskını yapmaları aklıma gelmişti. Geceleyin uykudan uyanan Dadaşlar kadınlı, erkekli Rus askerlerine tarihi bir ders vererek düşmanı kovmuşlar ve şehri Rus işgalinden kurtarmışlardı. O savaşta Taş Cami önemli rol üstlenmiş, bu başarıdan dolayı dönemin padişahı fermanla mahallenin adının “Gavurboğan” olmasını ferman buyurmuştu.

Karşıda batı cenahında Erzurumun üç güzelleri, üç incisi olan Üç Kümbetler hala alımlı, cazibeli misafirlerinin gözlerine ve gönüllerine hitap ederken “Saltuklu Sultanı Emir Saltuk” bu kubbelerin altında Erzurum’un tapusu benim diyerek şehri sahipleniyordu. Saltuklular; Oğuzdular, Türkmen’diler ve nihayetinde Türk’tüler. Şehri Bizans’tan alan, vatan yapan onlardı.

Türklerin 12 ayı gösteren takvimleri Emir Saltuk Kümbetinin üst pencerelerini süslerken bir medeniyetin Erzurum ayağını oluşturuyordu. Kümbetlerin hemen yanında örnekleri üçü-beşi geçmeyen Erzurum konakları turistlere göz ziyafeti çekiyordu.
Karşıda muhteşem taç kapısı, çinilerle bezenmiş Çifte Minareli Medrese 740 yıldır dimdik inci gibi Selçukluyu temsil ediyordu.
Restorasyonu devam eden bu nadide eser kırk odalı, eyvan yapılı, kesme taştan yapılmış iki katlı Anadolu’daki en güzel eser hüviyetini koruyordu. Şemsi Tebrizi bu medresede müderrislik yapmış, 4. Murat Revan seferine giderken Balyemez toplarını bu medresede döktürmüştü.

Güneşli bir günde Tebriz kapı ve çevresinde kısa gezimde Saltukluyu, Selçukluyu ve Osmanlıyı görüp ecdadıma Fatihalar okurken gelecek kuşakların ve Erzurum’a geleceklerin bin yıllık tarihi görmek istemeleri halinde bölgeye gelmeleri ve doyasıya tarihin tadını çıkarmaları gerekiyordu.


Abdurrahman Zeynal
20/Ekim/2015. Erzurum

28 Eylül 2015 Pazartesi

Yaşlılıkta Yetim Kalmak - Abdurrahman ZEYNEL Yazısı

Dünyada tüm sosyal olaylar insan etrafında döner durur. Dinler insan içindir. Kültürler ve medeniyetler insan ürünüdür. Kitaplar insan için yazılır.
Acılar, sevinçler, mutluluklar, insanın dünya hayatını ilgilendirir. Türküler, şarkılar, gazeller, hayaller, romanlar ve hikayeler sosyal hayatı ilmek ilmek dokur.
Bunlar olmadan insan hayatı monoton ve çekilmez olur. İşte yetimlikte böyle bir durumun neticesidir. Anadan, babadan, akranlardan ve çevreden ayrı kalmak.
Küçük yaştan beri çokça duyduğumuz bu kelime beynimizin derinliklerinde yer eder. Yetim kaldı, yetim doğdu, yetimler yurdu vs.

Aslında yetim kalmak beşeri ve sosyal iklimde etkisini en çok hissettiren kavram. Öyle bir kavram ki son peygamber, alemlere rahmet olarak gönderilen elçide “yetimdi”.
Bir insan tüm kabul edilen hukuk sistemlerine göre anasını, babasını özellikle küçük yaşlarda kaybetmiş insana yetim denir. Peygamberimiz Hz. Muhammed(S.A.S) önce babasını sonrada annesini kaybetmiş ve çocukluğundan itibaren yetim büyümüştür.

Şüphesiz yetimin koruyucusu Allah’tır. Emir ondan gelir. Bize düşen teslim olmaktır. Başka çaremizde yoktur. Çünkü “ondan geldik ona döneceğiz” ilahi hükmü gereği yapılacak bir şey yoktur.
Birde sosyal hayatta karşılaştığımız bazı olaylar var ki bunlarda yetim çocuğun yaşadıkları ile benzemesede bir nevi yetimlik sayılır.


Yazının Tamamı için tıklayınız

11 Mayıs 2015 Pazartesi

II. ULUSLARARASI TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ VE BÜYÜK GÜÇLER SEMPOZYUMU

Atatürk Üniversitesi tarafından ikincisi düzenlenen uluslararası Türk-Ermeni ilişkileri sempozyuma 100 yerli ve yabancı bilim adamı ve diplomatlar katılarak konuyu enine boyuna tartıştılar.
Açılış Konuşmasını Tarihçi Prof Dr. Erol Kürkçüoğlu yaparak şöyle dedi: Ermeni Meselesi batılı güçlerin Doğu Anadolu’da yeni bir Bulgaristan çıkarabilirmiyiz, Kafkasları kontrol edebilirmiyiz düşüncelerinden yola çıkarak Ermenilerin batı çıkarları için kullanılmasının adıdır diyerek işi özetlerken, Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen Ermenilerin bölgede yaptığı katliamları örnek vererek suçunun ve suçlunun batılların ve taşeron olarak kullandığı Ermeni Komitacıları olduğunu vurguladı. AVİM onursal başkanı ve Emekli Büyük Elçi Ömer Engin Lütem ufuk açıcı konuşmasında “artık Türkiye’nin savunma modundan çıkıp saldırı düzenine geçmesi gerekir. Tarihsel veriler bu konuda bize büyük destek vermektedir” dedi. Ayrıca Fransa ve Rusya’nın Ermenilerin yanında yer almasının sebebi olarak bu ülkelerin kendi çıkarları için Ermenileri kullanmasının altında yatan suçluluk psikolojisinden kaynaklandığını örneklerle izah etti.
Sempozyumun oturumlar bölümünde gerçekten bilimsel verilere dayanan, objektif sunumların bir bölümünü dinledim. Prof Dr. Yusuf Sarınay “24 Nisan 1915 yılında ne oldu sorusuna” cevap ararken bugün dünyanın aldatıldığını, Ermenilerin yalan söylediğini çünkü bu tarihte 235 Ermeni tedhiş örgüt üst düzey yöneticilerin tutuklandığını örneklerle belgeler ışığında izah ederken, Emekli Büyük Elçi Alev Kılıç “Ermeni iddiaların 100. yılda ulaştığı düzeyi anlattı”. Prof Ali Aslan 1921 yılında Ermenilerin Hatay Yayladağı’nda yaptıkları zulümleri tanıkların dilinden anlatırken Fransızların burada ciddi suçlarının olduğunu vurgulaması dikkat çekti. Dr. Mehmet Perinçek ise Ermeni ve Rus kaynaklarına dayanarak Ermeni Milliyetçi Hareketi ve Büyük Güçler başlığı altında Garegin Njde’nin olaylardaki rolünü anlatması Ermeni tedhişçiliğinin boyutlarını vurgulaması bakımından önemliydi.
Bir başka oturumda Prof Dr. Selami Kılıç; “Alman Arşiv Belgeleri Işığında Sevk ve İskan Kararının alınması ve Gerçekler” adlı sunumunda III. Ordu Kurmay Başkanın Alman Feliks Guze olduğunu, Almanların bu işe aslında ciddi katkıları olduğunu ancak Alman Belgelerinin tahrif edildiğini bu nedenle suçtan kurtulma isteğinin yattığını belirtirken, Okt. Evren Küçük ve Burak Kazan İsveç ve Ermeni Meselesi konusunda sundukları bildiride işin siyasal olduğunu ancak Türkiye’nin lobicilik ve örgütlenmede çok geri kaldığını vurgularken İsveç’te 120.000 Türk yaşarken 5000 civarında Ermeni , Keldani, Asuri bulunduğunu ancak bunları çok aktif olduğunu oylamada 131 e karşılık 130 oyla kararın kabul edilmesinde oturuma katılmayan Antepli Bakan Mehmet Beyin payı olduğunu örneklerle izah etmesi Türkiye’nin acil lobi çalışmaları yapmasını ortaya koyarken; Romanya’dan Katılan Prof. Dr. Liliana Elana Romanya arşivlerine dayanarak olayı ortaya kodu ve bu olayın tarihçilerin işi olduğunu, siyasilerin karışmaması gerektiğinin altını çizerken, Drt. Eray Bayramol Rus Kaynaklarına Göre Ermeni Meselesi ve Rus-Alman Rekabeti üzerinde durduğunu petrol havzalarına Almanların erişebilmesi için Almanların tıpkı Rusların Ermenileri kullandığı gibi Almanlarında Ermenileri kendi çıkarları için kullandığını bu yüzden Rus – Alaman rekabetinin ortaya çıktığını belirtti.
Dinlediğim bir başka oturumda Prof Dr. Ulvi Keser; “Ekmeğine İhanet Edenler; Ermeni Doğu Lejyonunda Görev Yapan Anadolu Ermenileri” adlı sunumunda Fransa önce Mısır’ın Port Saitte Ermeni gönüllülerini topladığı sonra Kıbrıs’a getirerek eğittiği bunların sayısının 5000 olduğunu vurgulayarak Çukurova ve Hatay bölgesindeki eylemlerin sorumlusu olduğunu Fransız kaynaklarına dayandırarak açıklamasının ardından Prof Dr. Taha Niyazi Karaca “İngiliz Liberal Partinin 1894 Sason Ajitasyonu ve Sir Ashamead Bartlett’in Tepkisi” konulu sunumunda Sason olaylarında 277 Ermeni , 1000’den fazla Müslüman’ın ölmesine karşılık İngiltere ve batı basınında rakamlar abartılarak 30 bin olduğu yazılmış bu işe Liberal Parti öncülük etmiş Sir Bartlett ise buna karşı çıkarak uluslar arası araştırma komisyonun verileri esas alınması için çalışmıştı. Doç Dr. Barış Özdal “AB organlarındaki 1915 olayları ile alınan kararların gelişimini” izah ederken sunumdan çıkan sonuca göre Türkiye’nin bu konuda aktif olamadığı, pasif kaldığı sonucunu çıkarırken, Yard. Doç Dr. Christopher Gunn sunduğu bildiride Ermeni meselesinde batının özellikle ABD deki lobilerin etkileri üzerinde durarak gelişmeleri objektif açıklaması bir başka sunumu oluşturdu. Bir Başka oturumda Prof Dr. Yavuz Aslan Ermenilerin Erzurum’da yaptığı katliamları ve özellikle Belediye Başkanı Hakkı bey ve Genceli Seyidov’un nasıl katledildiğini anlatmasının yanında Yard. Doç.Dr. Fikrettin Yavuz; Bir dönemler İstanbul’da Ermeni Patikliği de yapan Mıgırdıç Kırımyan’ın 1870’lerde yaptığı çağrıların ne kadar tehlikeli olduğunu ve “Demir Kepçe Vaazı” ile Ermeni tedhiş faaliyetlerini öne çıkarırken “mutlaka silahlı mücadele yapılmasını savunduğunu” ayrıntılarıyla anlattı. Yard. Doç. Dr. Türkan Polatçı sunduğu tebliğde ise “20. Yüzyılın İlk Çeyreğine tanıklık eden Bir siyasinin gözüyle Türk-Ermeni ilişkilerini” açıklaması işin bir başka boyutunu vurgulaması açısından önemliydi. Bir Başka Oturumda Dr. Bekir Tank; “Avusturya gizli belgelerinde Türk-Ermeni ilişkilerinin Avusturya cephesini” anlatması, Drt. Mehmet Oğuzhan Tulun; “2. Dünya Savaşında ABD’nin vatandaşı olan Japon kökenlilerin hiç bir suç işlemediği halde ülkenin iç bölgelerinde toplama kaplarına nasıl götürdüğünü” izah ederken, benzer Özelliklerin İngilizlerin “Güney Amerika’da” daha büyük oranda uyguladığını 18 bin insanın öldüğünü açıklaması dikkate değer bir başka sunumdu. Okt. Ferdi Daşdemir ise 1. Dünya Savaşı içinde Özellikle Ermeni çetecilerin terör saldırıyla Doğu Anadolu’dan Yüzbinlerce Sivil ahalinin İç Anadolu’ya göç ettiğini , göç edenlerin yollarda ciddi kayıplara uğradığını anlatması yaşanan Müslüman Türklerin acılarını dile getirmesi de şimdiye kadar dikkat edilmeyen bir başka konuydu.

Bunların dışında katılıp dinleyemediğim 100’e yakın tebliğde bir o kadar önemliydi. Sonuç bildirgeside yine tarihe tanıklık etmiş bir mekanda bilim adamları, Vali, Belediye Başkanı ve Rektörlerin katılımıyla dünya kamu oyuna açıklandı.
Özetle 1878 yılından itibaren Büyük devletlerin Kafkaslarda ve Doğu Anadolu’da ki güç gösterilerinde Ermenilerin Batılı ve Ruslar tarafından kullanıldığı buna karşılık sivil Müslüman ahalinin bu olaylarda çok acı çektiği belirtildi.
Bu sempozyumda büyük emeği geçen Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu, Dr. Mevlüt Yüksel ve diğer ilgililere ayrıca teşekkürlerimizi sunarız.

Abdurrahman ZEYNAL Erzurum Yazıları

27 Mart 2015 Cuma

Erzurum Eski Evlerimiz

İnsanların içerisinde eskiye özlem hep vardır. Bu özlemleri her zaman dile getirirler. Her yeni şey karşısında mutlaka bir kıyaslama yaparak, eskiyle birlikte anmayı severler. Eskiden biz bunu böyle yapardık veya böyle yapılırdı gibi sözleri çevremizden çok işitmişizdir. Bizim eski evlerimiz vardı, Erzurum tabiriyle “Baba Evleri” dediğimiz, biz yaştaki insanların çocukluklarını geçirdikleri, sünnet oldukları, gurbete gittikleri, okumaya il dışına çıktıkları ve belki de evlendikleri evler…
Şimdilerde o evler yıkılmış bir vaziyetteler. Geçen sene yanlarına kadar gitme cesaretinde bulunamadığımdan dolayı, uzaktan da olsa seyrettim. Kızımla birlikte eski hatıralara daldım ve kızıma bir çırpıda olanca çocukluğumu anlattım. Şurada bilye oynardık, şu yoldan okula gittik, şurası saklambaç oynadığımız cadde, şu caddeden tren yolunu geçip, çarşıya ulaşırdık… Şu bakkaldan ekmeklerimizi alırdık, şuradaki köprüden balık tutardık….Çocukluğumun geçtiği evlere yıkık dökük olduğu için, yine bir Erzurum deyimiyle “için ezildiği için” yanlarına kadar gidemedim…
Eski evler hep böyle insanlar üzerinde birer etki bırakıyor. Bazen Erzurum’da ara sokaklara bakıyorum, bir takım henüz yıkılmamış evler gözüme çarpıyor. Ne mutlu diyorum bunlarda çocukluğunu geçirmiş olan insanlara ki, buralara gelip, buraları görebiliyorlar ve çocukluk hatıralarını yaşayabiliyorlar. Birde belediyelerimizin meşhur “Kentsel Dönüşüm Hizmetleri” adı altında yaptıkları olayların geçtiği bir çok mahallede yaşanan o eski evlerin yıkılması beni gerçekten üzüyor.

Tamam, çağdaşlaşmanın birinci ana maddesi güzel bir çevre, güzel bir kent görünüşü elde etmek ama, bunları diyorum koca koca apartmanları dikmeden de, yapamazlar mı ?
O evlerdeki yaşanan hatıraları silmeden yapamazlar mı?
O evlerdeki yaşanmışlıkları bir çırpıda kaldırıp atmadan yapamazlar mı ?
O evlerdeki çocukluk hatıralarını bir kalemde silmeden yapamazlar mı ?
Gibi soruları çoğaltarak devam ettirebiliriz…

Birde şu gerçek var ki; bu kent ve yaşadığımız diğer kentler bize hayatımızı devam ettirmemiz için şart. Eski yapılaşmanın bulunduğu eski kentlerde olan çarpık yapılaşma düzeni her geçen sene daha bir ortaya çıkıyor, daha bir belirgin hale geliyor. Eski elektrik direklerinden tutunda, kırık dökük binaların çevre görüntüsüne varana kadar bir çok engelle karşılaşmalar ve dar sokaklardan geçemeyen insanlar için gerçekten zorluklar ve zorluklar. Bir yangın olur, itfaiye araçları dar sokaklara giremez, bir hastanız olur, ambulans dar sokaklara giremez, çocuklar artık çok eski binalarda yıkılmak üzere olan yapıların altında kalabilirler….
Bu türden örnekleri çoğalttıkça çoğaltabiliriz.
İnsanlar, sanıyorum yaşlandıkça duygusallaşıyorlar. Bizimkisi de öyle bir duygu olsa gerek. Yoksa yenileşmeye kesinlikle karşı değiliz. Mutlaka yenileşme olacaktır, mutlaka şehirler yeniden ve güzel bir mimari ile şekillenecektir. Böyle olması iyi olur kanaatiyle güzel günler diler, maziyle ilginizi kesmemenizi temenni ederiz…

Ahmet POLAT
Erzurum 2011

12 Mart 2015 Perşembe

Bir Zamanlar Erzurum’un Kurtuluş Törenleri Böyle Kutlanırdı

1918 yılında düşmandan kurtulan, acıları taze ve canlı yaşayan bir şehirde kurtuluş törenleri acı yüklü, anlamlı ve o günkü şehrin durumuna göre şekilleniyordu. Törenler Ali Ravi Kışlasının önünde başlardı. Şehre giren ilk askeri birliğin başındaki Subay Ali Ravi açılan ateşle şehit olduğu yerin biraz aşağısındaki Ali Ravi (Yoncalık ) kışlasında tören düzenlenir sonrasında yürüyüş korteji kalabalık caddelerden geçerek Tahtacılarda bulunan ve 1300 civarında Müslüman’ın yakıldığı Ezirmikli ve Mürsel Bey konaklarının bulunduğu yere gelinir burada konuşmalar yapılır buradan tekrar yürüyüşe geçilerek “Yiğit Uyutmaz Hanına” gidilir burada yapılan konuşmalardan sonra tören sona ererdi.
Yakılan Ezirmikli Osman Ağa Konağı

Albayrak Gazetesinin 15 Mart 336/1920 tarihli, 76 sayılı nüshasında “Matem-i Neşe” ana başlığıyla kurtuluş törenleri verilmekte Leyli Eytam İptidai Mektebinden İrfan Efendi adlı öğrenci “Ey sevgili kumandan babamız! ve sevgili zabıtan amcalarımız” diyerek yaptığı konuşmadan sonra kürsüye çıkan Mithat Bey konuşma yapmış, Albayrak mektebin beşinci sınıf talebesi Hilmi Efendi konuşma yapmış, Meliha adlı kız öğrencide konuşmuş kafile şehrin işlek ve umumi caddelerinden geçerek Yiğit Uyutmaz Hanı önüne gelerek burada günün anlam ve önemini içeren konuşmayı Albayrak Mektebinin Muallimlerinden Raci Efendi; Ermenilerin Erzurum ve Çevresinde yaptığı katliamları konu alan bir konuşma yapmış, benzer bir konuşmayı mektebin devre-i aliye birinci sene öğrencisi Enis Turgut yapmış tören sona ermişti.
Sosyal Faaliyetler:

Şehrin ihtiyaçları arasında bulunan sosyal faaliyetler ve temsiller için ” İbret Evi” yapılmış burada Daru’l Eytam ve Albayrak mektebi Gürbüzler mektebi talebeleri müsamereler düzenlemiş, Erzurumlu bir gencin yazdığı “Türk’ün Duası” adlı şiir okunduktan sonra Leyli eytam talebelerinden biri bir nutuk irad etmiş peşine Albayrak Mektebi talebesi Hilmi Efendi “Anadolu’nun Hakiki Sesi” adlı nutkunu söylemiş salondan büyük alkış almış, iki perdelik oyunu talebeler büyük bir başarıyla sahneye koymuşlardı. Piyeste rol alanlar Raci Bey, Tahir ve Fikri ve Hakkı Efendiler ve diğer oyuncular seyirciler tarafından büyük alkışla sahneden gönderilmişlerdi

20 Nisan 1920 yılında yapılan ağaç bayramında talebeler Aydınlar Bahçesine (Köşk) götürülmüş Leyli Eytam talebeleri tarafından “Ağaç Bayramı, Bit ve Yiğit, Her Şey Vaktinde, Kalem, Kadın, Süngü” öğütleri okumuş, peşine Sultani ve Veyis Efendi Mektebi talebelerinin okudukları “Çınar”, “Fatih Türbesinde” adlı şiirler, Veyis Efendi Mektebi talebelerinden okunan nutuklar, İnas İptidaisi talebelerinden Mürüvvet Mehmet Ali, Bahriye, Lütfullah, Mükerrem Nafiz hanımların okuduğu Bayrak” nutku sonucunda 15. kolordu Komutanının verdiği nutukla Maraş Bahçesine gidilmiş burada Ana Mektebi talebeleri ve diğer mektep talebeleri oyunlar oynamış, Albayrak Mektebi talebesi tarafından yapılan ” Kafkas Tablosu” ile merasim sona ermişti.

Abdurrahman ZEYNAL


Bir Erzurum Sitesi

4 Mart 2015 Çarşamba

Karaköse Mahallesi – 6 - Erzurum Yazıları

Eski Erzurum mahallerinin sokakları geniş değildi. Bu Karaköse mahallesi olunca çok bariz özellik taşırdı. Öyle ki iki evin pencerelerinden insanlar ellerini uzatarak tokalaşabilirlerdi. Bu sokaklar; Dursun Bey sokak, Dar sokak-1 ve Dar sokak-2 olarak isim almıştı. Tabi Mumcu caddesine paralel devam eden Hacı Ömer Sokak aslında tarihi Dış kale surunu takip eden sokaktı. Bir zamanlar surlar ve kuleler yükselirdi. Ramazanları çocuklar bu kulelere çıkarak topun atılışını seyreder sesi duyunca evlerine koşarlardı. Yakutiye Medresesine yakın bölgede ise Kışla sokak bulunmaktaydı.
Mahallenin en alt kısmında Atlı Askeri Mızıka bölüğü bulunuyordu. Zamanla bölük gidince yerine Temelli Palas yapılmış misafirlerine uzun yıllar hizmet etmiş, 1985 yılında yıkılarak yerine Dilaver oteli yapılmıştı. Onun hemen yanında Mindivanlıların bina yer almakta idi. Mindivanlıların yan tarafı boş ve Mahalleye çıkan dik bir yol vardı. Kale Surunun taşları görülebiliyordu. Hemen yanında devrinin en önemli öteli olan Avrupa oteli bulunmaktaydı. Hacı Ömer Sokağın en alt kısmında Alpagutların apartmanı bu apartmanın biraz yukarısında Gülakarların Patos ve tarım aletlerinin imal ettiği atölyeleri vardı. Daha yukarıda Osman Kısmete ait “Kısmet Ambarlarının” mercimek eleme depoları vardı.
Mahallenin önemli evlerinden Sarı Konak ile karşısında Tüzemenlere ait ahşap tarihi bir ev bulunuyordu. Özellikle Mevlüt Efendinin konağında mutad olarak Rasim Baba, Seyfettin Efe, Kuyumcu Nusret, Nazım Okur, Çavuşoğlu Hafız gelir Kuran okur, zikredilir sonrasında demli çaylar içilir ve dağılınırdı. Misafirler Faytonla evlerine bırakılır toplantı sona ermiş olurdu.

Hacı Ömer Ağa sokağının sakinleri ise Benzinci Mehmet Öz, Kunduracı Mevlüt Efendi, Yalçın Dercioğlunun dedesi Sandık emini Tevfik Efendinin evi bulunuyordu. Ali Sırrı Kuşkay bu evde oturur, zaman zaman otobüsle Koşapınar köyünden gelen akrabaları bu evde kalırdı. Yılmaz Kuşkayın ifadesine göre misafirler kaldıkları sürede; sinemaya gider, hamama gider,alışveriş yapar birde fala baktırırlardı.

Mezbahanın müdürü İhsan Ünüvar’da mahallenin sakinleri arasındaydı. Özellikle İhsan Bey 1950-1960 arasını kapsayan Erzurum’la ilgili iki kıymetli eseri kaleme almıştı. Basri Karamehmetoğlu ve Ekrem Narmanlı beylerin evleri ayrıca Komeslilerin evleri de aynı sokakta idi. Alpagutların Apartmanın karşısında ayrıca Bayburtlular ve Urluoğlu ailesinin evleri bulunuyordu. Nevzat Ilıcalının evi, Yusuf Narmanlının (Naci Narmanlının babası) evi de buradaydı.


Karaköse Camisinin karşısında bulunan Gacıroğlu Medresesinin yerinde Süleymancılara ait yurt bulunmaktadır Şahin, Ahmet Zinnur Gacıroğlu burada oturdular. Yine Karaavcıların evi bu bölgede bulunuyordu. Aynı bölgede Lavaşçılar bulunuyordu. Zireklerin Mahmut Beyin evi ve Müşüge Hocanın Kuran okuttuğu ev bulunmakta idi. Sobacı Lütfü Ustanın evi aynı bölgedeydi. Müşüge Hocanın karşısında demir yollarından emekli Hüdai Çağalar, yanında da Zireklerin Apartman bulunurdu. Karaköse Camisinin üstünde Mahmut Demirel, Behzat Demirel’in evi vardı. Burada bir ziyaret yeri bulunmakta evde oturan Memnune ve Mesude kardeşler akşam su dolu ibriği bırakır sabahleyin boş olarak alırlardı. Mahalleli bu eve “o ev tekin değildir” ifadesini kullanırlardı. Dursun Bey sokakta Nevzat Ilıcalının evi, saatçi Farizin evi, Yusuf Narmanlı oğlu Naci Narmanlıların evi,(Saz çalar gençler dinlerdi.) Keteci Zekai ve Bostancı Zeki kardeşler, Yorgancı Morkoçoğlu, Neşet Bey, Zorluların evi, Lütfü, Nil Mobilyanın sahibi Necati bey, Altmışdör Ambarının sahibi Osman Kısmet Sobacı Zühtü Kerti, Hacı Halil Morkoç, Sınkçı Memnune Yenge Ehramcı Hafız ki önce kazıkları çakar ipi gerer her pazar bu işe devam eder ve ehramları dokurdu. Ehramın cinsine ve desenine göre Çiçekli olanlar 2 günde, düz örgülü olanlar 1 günde dört tuğtdan bir ehram yapılırdı. Yaklaşık bir kilo iplik haline getirilmiş saf yünden ihram dokunurdu. İneci Necmiye ve beyi Bahattin Derci mahallenin renkli isimlerinden idi.
1960 yılına kadar 20 yıldan fazla mahallenin muhtarlığını yapan Hacı Mevlüt Ayşen, çocukları Mehmet, Zinnur, Abdurrezzak, Muzaffer kızları Sevim ve Aygül mahallenin yerlisi idiler. Uzun yıllar Karaköse Camiinde Fahri imamlık yapan ve 1961 yılında vefat eden Abdurrahim Yentimur da devrinde mahalleye hizmet edenlerdendi. Tabi Değerli Büyüğümüz Veli Velioğlu Hoca Efendide uzun yıllar Karaköse Camii imamlığı yapanlardandı. Ayrıca İnşaat mühendisi Ahmet Polat’ta Karaköse Mahallesinin mukimlerindendi. Hele mahallenin bakkalı Ahmet Aydemir amca ise mahallenin renkli simalarındandı. Tabi matbaacıyı da zikredelim. Mahallenin doğu kısmı 2014 yılında istimlak edilip yıkılınca matbaada, bakkalda başka kısımlara gitmek zorunda kaldılar.

Abdurrahman ZEYNAL

25 Ocak 2015 Pazar

Karaköse Mahallesi – 3 - Erzurum Yazıları

Morgof veya Morgov Kışlası

Ne zaman yapıldığı kesin bilinmeyen, Mumcu Caddesiyle Cumhuriyet caddesinin kesiştiği bölümde Yakutiye Medresesinin Güney-batı tarafında bulunan bir Osmanlı kışlası idi. Abaza isyanından sonra yapılmış zamanla yıkılmış bir saray olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ancak Yusuf Ziya Paşanın döneminde yaptırıldığı askeri bir kışla idi. Bina Morgov veya Morkof olarak isimlendiriliyordu. Gerek Abdurrahim Şerif Beygu, Gerekse İbrahim Hakkı Konyalı kışlanın içinde Osmanlı – Rus savaşında bir Rus komutan oturduğu için bu adı aldı demesine karşılık Doç. Dr. Murat Küçükuğurlu’nun yaptığı incelemeye göre Bina Morgov Hanın sarayı idi ve adını oradan almakta idi. Kışlanın içinde askerlerin kaldığı yatakhaneler, atların bağlandığı ahırlar ve samanlıklar bulunmakta idi. Birinci Dünya savaşında bir ara hastane olarak kullanılmış, o acılı yıllara tanıklık etmiş bir Osmanlı eseri idi.

Cumhuriyet döneminde yine askeri amaçla kullanılmakta iken özellikle 1965 yılından sonra Kışlanın Belediyeye devredilmesi için çok çalışılmış, bir ara Astsubay Ordu evi olarak da kullanılmıştı. Bizim kuşaklar azda olsa bahçede oturup çay içmiş, Cumhuriyet caddesini seyretmişliğimiz vardı. Ancak kışla Yakutiye medresesini gölgeliyor diye devrin yöneticileri askeri binaların şehir dışına çıkarılmasını savunuyorlardı. 1975’lerde dönemin Belediye Başkanı Orhan Şerifsoy yürüttüğü görüşmeler sonucu binayı askeriyeden alıp sivilleştiriyordu. Ancak bina artık eskimiş sanat yönünden bir değeri yoktu ama tarihi bir binaydı. O dönem kışlanın adının Morkof olması yükselen milliyetçi söylemlere tersti. Bir Rus komutanının karargahı ortada durmamalıydı ve yıkılmalıydı görüşü şehirde ağır basmış ancak “Anıtlar Kurulu” Prof. Dr. Fahrettin Kırzioğlu hocanın girişimiyle tarihi eser olarak tescil edilmiş böylece yıkılmasının önüne geçilmişti.

Bunun üzerine Erzurum gençleri binanın yıkımı için imza kampanyası başlatmış 50.000’den fazla imza toplanmıştı. 1977 yılında yapılan seçimi Nihat Kitapçı kazanmış oda yıkılması yönünde çaba sarf etmişti. Ancak kanunda yıkımı engelliyordu. 24 Temmuz 1978 yılında bir gece kimliği belli olmayan birileri binanın içine bombalar atmış sonuçta binada ciddi hasarlar oluşmuştu. Ancak hala yıkım izni çıkmamıştı. Bina ancak 1979 yılının son aylarında tamamen çökmüş ve yıkılarak enkazı taşınmıştı. Bir Osmanlı eseri olan Morgov kışlası halkın yanlış bilgilendirilerek güya bu muhteşem yapı Rus Komutan yaptırdığı şayiası çıkarılarak yine 1979 yılında yerle bir edilmiş böylece bir tarih yok edilmişti.

Yakutiye Medresesinin Güney – Doğu tarafında Cumhuriyetin başlarında yaptırılan 2 katlı taş binada ne yazık ki 1980 öncesi aynı akıbete uğramaktan kendini almamıştı. Bu bina uzun yıllar İl özel idaresi binası olarak, zemin katı ve bodrum katı toplum polisliği tarafından kullanılmış güzel bir binaydı. Eh ne yazık ki bu eserde yok edilenler kervanına katılmıştı.

Ali Ağa Medresesi:

Ali Ağa tarafından Lala Paşa Camii yakınlarında yaptırılan ahşap medrese uzun yıllar talebelere mekan olmuştu. Ali Ağa Kasım Paşa mahallesinde oturmuş olup aslen Ilıcaya bağlı Tosik köyündendi. Müftüzade Abdullah Edip Efendi uzun yıllar medresenin müderrisliğini yaptı. 1926 yılında vefat etti. Cumhuriyetle başlayan yeni imar çalışmaları, vakıfların kapatılması sonucu bina bakımsız kalmış yıkılarak yok olan medreselere katılmıştı.


Abdurrahman ZEYNAL